RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA
Dr. Ali Muhammad as-Sallâbî Kitaplarını ve Makalelerini Nasıl Yazıyor?
“Tecrübelerime dayanarak”
Dr. Tâlib Abdulcabbâr ed-Düğeym
Dr. Ali Muhammed as-Sallâbî’nin ister tefsir ister Kur’ân kıssaları isterse İslâm tarihi üzerine yazdığı kitaplar ve makalelerle ilgili olsun, zaman zaman izlediği metod hakkında bazı soru ve eleştiriler gündeme gelmektedir. Bazen bu eleştiriler, sosyal medya platformlarında, araştırılmadan ve teyit edilmeden doğrudan onun şahsına yönelik ithamlarda bulunma noktasına varılmaktadır. Bu durum, sosyal medyada ardı arkası kesilmeyen tartışmalara ve aslı astarı olmayan söylentilerin yayılmasına neden olmakta ve çoğu zaman bu eleştiriler Dr. Ali Muhammed as-Sallâbî’nin ilmî dürüstlüğüne ve güvenilirliğine dil uzatılmaya kadar varmaktadır.
Biri, Dr. Ali as-Sallâbî’nin bu kadar çok sayıda telif ve makaleyi nasıl yayımlamayı başardığını merak ederken, diğeri onun İslâm tarihi alanında yazdıklarını “gece odun toplayan” kimseye benzetip faydalı ile zararlıyı ayırt edemediğini öne sürmekte, öteki onun makale ve eserlerinde kaynak belirtme hususuna çok dikkat etmediğini ileri sürerek onun bu husustaki ilmî dürüstlüğünü sorgularken, beriki ona yöneltilen bu eleştirilere ek olarak, onun muassır yazar ve kaynaklardan iktibas yaparken doğru dürüst izin almadan veya kaynak belirtmeden aktardığını ileri sürmektedir.
Dr. Ali Muhammed As-Sallâbî, sosyal medyadaki paylaşımlarında, gazetecilerle yaptığı röportajlarda ve bazı araştırmacılarla gerçekleştirdiği toplantılarda çalışma tarzını, ilgilendiği alanlar ve yaptığı araştırmaları nasıl tasnif ettiğini ve telif ederken hangi metodu izlediğini belirterek bu sorulara defalarca cevap vermiştir. Ancak ben, Dr. Ali Muhammed as-Sallâbî’nin çalışmalarını ve eserlerini yaklaşık altı yıldır inceleyen, gözden geçiren, tahkik ve tashih yapan ve katkıda bulunan biri olarak, insaflı davranmak adına kendi görüşlerimi paylaşmam gerektiğini düşündüm. Bu süre zarfında, onun yaklaşık on beş eserini inceleme fırsatı buldum ve bu tecrübeme dayanarak dile getirilen sorulara yönelik olarak kişisel bakış açımı şu şekilde arz ediyorum:
Birincisi: Dr. Ali Muhammed as-Sallâbî’nin eserlerini yazarken; hem ilmî verileri toplayıp kayıt altına alırken hem de yararlandığı asıl kaynakları ya da modern yazılardan muteber olanları belirtirken izlediği metod, son otuz yıl boyunca değişmemiştir. O, görüşlerini ve hüccetlerini tespit edip desteklemek için bilgi ve delilleri bir araya getirir. Bazen tek bir kitapta 150’den fazla kaynak ve merciye başvurur. Örneğin, “Modern Müslüman Devlet” adlı kitabında 200 kaynak, “es-Sîretü’n-Nebevîyye” adlı ünlü kitabında 359 kaynak, “Krallar Peygamberler ve Sözde Süleyman Mabedi” kitabında 228 kaynak, “Lut (a.s)” kitabında 188 kaynak, “Hud (a.s)” kitabında 177 kaynak, “Selâhaddîn-i Eyyûbî” kitabında 215 kaynak bulunmaktadır. Bunlar sadece birkaç örnektir.
Dr. Ali As-Sallâbî’nin kitaplarında, 50 sayfayı geçmeyen tek bir bölüm ya da konuda yaklaşık 50 kaynak ve merci bulmak mümkündür. Bazen kaleme aldığı ilmî bir yazı veya 5 ila 15 sayfa uzunluğundaki bir makale için 20 kaynak ve mercie başvurur ve bunu yaparken her zaman kaynağın müellifini, yayınlandığı yılı, yayınevini, baskı numarasını ve diğer ayrıntıları net bir şekilde belirtir. Dr. Ali as-Sallâbî, tek bir kaynaktan yararlanmaz, kitaplarının ilmî içeriğini çok çeşitli kaynaklardan alır. Bu alıntıları yaparken o kitapların tüm yazarlarından veya sahiplerinden izin alması veya nasıl alıntı yapması gerektiği hususunda her zaman iletişime geçmesi mümkün olmuyor. Bu durum, kendisinden önceki yazar ve ilim ehlinin eser, çalışma ve görüşlerinden faydalanan araştırmacı ve yazarlar için doğal karşılandığı gibi onun için de doğaldır. Bütün araştırmacı ve yazarlar alıntı yapar, gerektiğinde eklemeler yaparlar ve bu, her zaman ve her yerde araştırmacı ve yazarların yapageldikleri bir uygulamadır. Dr. Ali As-Sallâbî de bu konuda bir istisna değildir!
İkincisi: Dr. Ali Muhammed as-Sallâbî ile olan yakın tanışıklığın ve onun kitaplarının asıl taslaklarına erişebildiğim ve birçok kitabının gözden geçirilme ve tashih edilmesini üstlendiğim için onun kitap yazarken izlediği metodu, uzun bir süre takip edip inceleme fırsatım oldu. Son zamanlarda Dünya Müslüman Alimler Birliği’nin meseleleriyle yoğun bir şekilde uğraşmasına ve Libya'daki siyasî ve sosyal durumla ilgili ıslah çalışmalarına rağmen, çalışmalarını titiz bir plan ve organize edilmiş bir zaman çerçevesi içinde yürüttüğünü net bir şekilde gözlemledim.
Dr. Ali as-Sallâbî, herhangi bir kitabı kaleme almayı düşündüğünde bunu birbirini izleyen birkaç aşamaya göre planlar. İlk olarak, fuarlardan, yayınevlerinden ve internet sitelerinden kitap temin ederek başlar. Daha sonra, bu kitapları belli bir düzene koyar, sayar ve içeriklerini detaylı bir şekilde inceleyerek yararlanabileceği kısımları okur. Bu aşamada, yapmış olduğu okumalardan elde ettiği fikirlerin bir özetini ortaya çıkarır. Bu da iki-üç ay zaman alır. Ardından, mavi bir kalemle bir mukavva kâğıdına yazacağı kitabın ilk taslağını el yazısıyla yazıya döker. Bu aşama, birkaç ay daha sürebilir ve nihayetinde kitabın ilk taslağı ortaya çıkar. Bu taslak bilgisayara aktarılır, düzenlenir ve lüğavî ve ilmî açıdan incelemeden geçer. Bu aşama, taslağın bazı uzmanlar ve akademisyenler tarafından gözden geçirilmesi, değerlendirilmesi, düzeltilmesi ve onlardan gelen notlara göre düzenlenmesiyle sonuçlanır. Bu aşamaların sonunda, kitap basılmadan önce bir alim veya düşünür tarafından bir önsöz yazılır, ardından kitap yayınevine gönderilir. Kitap burada da sıkı bir editöryal incelemeye tabi tutulur. Nihayetinde, Dr. Ali as-Sallâbî, kitabın basılmadan önceki son değerlendirmesini yapar ve böylece kitap, basım, dağıtım ve yayımı gerçekleşip okuyucusuyla buluşur.
Üçüncüsü: Dr. Ali Muhammed as-Sallâbî ile yaşadığım pratik tecrübelerimden biri olarak, “Abbasi Tarihi Ansiklopedisi” adlı ortak projemizin ilk taslağının kafamızda şekillenmesi için yoğun bir çalışmaya başladık ve ikili oturumlar düzenledik. Bu için, dönemin en önemli tarihî, siyasî, fıkhî, askerî ve diplomatik kaynakları üzerinde araştırma, inceleme ve okumalar yaptık. Üç ayı aşan bu süre zarfında birçok oturumda kendisiyle tartıştım. Bu süreçte, diğer yazar ve tarihçi ve alimlerde görmediğin, onun sabrını, takvasını, tevazusunu, geniş görüşlülüğünü, nazik tavırlarını, dikkatli dinlemesini ve bıkmak bilmeyen uzun süreli oturumlarını gözlemledim. Bu oturumları, yalnızca farz namazların eda edilmesi veya kısa bir Arap kahvesi ve hurma molası için keserdi. Bu süre zarfında, Abbasî döneminin önemli tarihî aşamalarını inceledik ve İbn Kesîr’in “el-Bidâye ve’n-Nihâye”si ile Zehebî’nin “Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ” ve “Tarihu’l-İslâm” gibi önemli tarih kaynaklarını okuduk. Ayrıca, İstanbul’daki geniş kütüphanesindeki çeşitli kaynaklara ve eski ilmî araştırmalara ve tezlere göz attık. Onunla yaşadığım bu tecrübem son derece faydalı, keyifli ve olağanüstüydü.
Dördüncüsü: Dr. Ali Muhammed as-Sallâbî'nin eserleri için istifade ettiği kaynakları titizlikle tekrar belgelediğini gözlemledim. Kendi kaleminden çıkmamış ve bizzat oluşturmadığı hiçbir cümleyi ya da paragrafı kaynak göstermeden kendine atfetmezdi. Eğer bir düşünce veya görüş kendisine aitse ve kendi bakış açısını ifade ediyorsa, bunu açıkça belirtir ve yalnızca o durumda kaynak belirtmezdi. Bu durum, internet siteleri ve gazetelerde yayımlanan yazıları ve makaleleri için de geçerlidir. Ancak şunu belirtmekte fayda var ki bazı gazeteler ve siteler, yayın politikaları gereği makalelerde kelime sayısı sınırlaması koyarak kaynak listelerini silmektedir. Bu durum, Müdevvenetü Arab, Müdevvenetü’l’Cezîre, Sahîfetü Arab, Arabî 21, Mecelletü Müctemai’l-Küveytiyye gibi platformlar için geçerlidir. Zira bunlar, bir yazıyı belirli bir düşünceyi yansıtan veya belirli bir mesajı ileten bir metin olarak gördüklerinden dolayı kaynakların belirtilmesine gerek duymazlar.
Beşincisi: Dr. Ali Muhammed as-Sallâbî, kitaplarını yalnızca sayısını artırmak ya da övünüp gösteriş yapmak amacıyla yazmamaktadır. Bilakis, eserlerini ümmetin ihtiyaçlarına ve meselelerine cevap üretmek için yayımlamaktadır. Örneğin, 1990’ların sonu ve yeni milenyumun başında, 2001’de Afganistan’ın, 2003’te Irak’ın işgal edilmesi ve Filistin’deki işgalci Siyonistlerin saldırıları gibi olaylarla birlikte ümmetin üzerine bir umutsuzluk ve hayal kırıklığı havasının çökmesiyle, İslâm tarihine dair bir seri yayımlamıştır. Bu seri, Hz. Peygamber’in (s.a.v) hayatından başlayarak, Raşid Halifeler, Emevîler, Selçuklular, Zengîler, Selâhaddîn-i Eyyûbî ve Osmanlılar gibi önemli dönemleri kapsamaktadır. Ayrıca, İslâm toplumunun itikadî ve ahlakî yapısının bozulmasına çabalayan batıl projelerin çoğalması karşısında “Fıkhü’n-Nasr ve’t-Temkin”, “Fıkhü’l-Kudûmi ala’l-Allah”, “Kıfâhu Şa’bi’l-Cezâyir”, “el-Hareketü’s-Senûsiyye” ve “Sünnetullâhi fi’l-Ahzi bi’l-Esbâb” gibi kitaplar kaleme almıştır. 2011’den sonra Libya halkının zulümden kurtulmak için verdiği mücadelesini ve devletin kurumlarının ve toplumun yeniden ıslah edilmesinin önemini de unutmamış, bu bağlamda “el-Adaletü ve’l-Musâlehatü’l-Vataniyye Zarûretün Diniyye ve İnsâniyye” ve “el-Meşrûu’l-Vatanî li’s-Selâmi ve’l-Musâleha” gibi kitaplar kaleme almıştır. Ayrıca, mezhepler arasındaki yakınlaşma ve İslâmî akımlar arasında uzlaşmayı sağlama amacına yönelik “İbâdiyye: Medresetün İslâmiyyetün Baîdetün an’l-Havâric” adlı eserini de kaleme almıştır.
Ayrıca, İslâmî kütüphanelerde (Kur’ân metodu ışığında) Peygamber ve Resûllerin kıssaları alanında eksiklik olduğunu fark ederek, “Neş’etü’l-Hadârati’l-İnsâniyyeti ev Kâdetüha’l-Izâm / İnsanlık Medeniyetinin Doğuşu ve Büyük Liderleri” adlı kapsamlı bir ansiklopedi yayımlamıştır. Bu eser, Peygamberlerin kıssalarını sistematik ve tefsirî bir üslupla ele alan bir çalışma olarak öne çıkmaktadır. Filistin halkının, Müslümanların ve haklı davalarında onların yanında duran dünyanın özgür insanlarının, Siyonist saldırganlara karşı verdiği mücadelede, Siyonistlerin Filistin ve Mescid-i Aksa’yı işgal etmek için tarihî yalanlara ve iftiralara, “el-Enbiyâü’l-Mülûk (aleyhima es-selam) ve Kıssatü’L-Heykeli’l-Mez’ûm / Kral Peygamberler (a.s) ve Sözde Tapınak Hikâyesi” adlı kitabını yayımlayarak karşılık vermiş ve bu yalanları kesin delillerle çürütmüştür.
Ayrıca dünyada ahlakî yozlaşma ve cinsel sapkınlığın yaygınlaşması karşısında “Lût (a.s.) ve Da’vetühü fî müvâceheti’l-Fesâdi ve’ş-Şüzûzi’l-Cinsiyyi ve Ikâbü’-z-Zâlimîm / Hz. Lut (a.s.), Onun Ahlaksızlık ve Cinsel Sapkınlık Karşısındaki Mücadelesi ve Zalimlerin Cezalandırılması” adlı kitabını yayımladı. Bu şekilde, güncel sorunlara yönelik eserler ortaya koymaya devam etmiştir/etmektedir.
Altıncısı: Gerek önceki gerekse günümüzdeki birçok ilim ehlinin ve hadis ve tarih alimlerinin izlediği metod, “nakli esas alma” ya da “nakil yöntemini benimseme” esasına dayanır. Bu metod, Müslüman alimler ve düşünürler arasında yaygın olan, önceki kaynaklardan bilgiyi yorumlamadan ve herhangi bir değişiklik yapmadan olduğu gibi aktarma ve paylaşma esasına dayanan bir yaklaşımdır. Bu metodu benimseyen önemli isimlerden biri olan, “Târîhü’r-Rusuli ve’l-Mülûk / Peygamberler ve Krallar Tarihi” adlı eseriyle tanınan İmam Taberî (224-310 h / 839-923 m), çeşitli kaynaklardan aldığı rivayetleri olduğu gibi aktarırdı. Bu metodu benimseyenlerden biri de “el-Müntazam fî Tarîhi’l-Mülûk ve’l-Ümem” adlı eseriyle bilinen Ebü’l-Ferec Abdürrahman b. el-Cevzî (510-597 h / 1116-1201 m) de, eserlerinde önceki kaynaklardan aldığı bilgileri harfiyen nakletmiştir. Ayrıca, İbn Kesîr Dımaşkî (701-774 h / 1301-1373 m) de “el-Bidâye ve’n-Nihâye” adlı tarih ansiklopedisinde birçok olayı önceki kaynaklardan olduğu gibi aktarmıştır.
Ayrıca İmam Celaleddin es-Suyûtî (849-911 h / 1445-1505 m) de, tarih, tefsir, hadis ve fıkıh alanında birçok eser vermiş olan bir âlim olarak, tarih alanında yazdığı “Tarihü’l-Hulefâ” adlı eserinde eski kaynaklardan topladığı bilgileri koruyarak sadece bazı noktalarda kendi tahliline yer vermiştir. Suyûtî, seleflerinden naklettiği bilgileri sağlam bir şekilde belgelemeye özen göstermiş, bu tarihçilerin ve kaynakların adlarını belirtirmiştir. Böylece onun bu çalışmaları, bilginin asıl kaynağına ulaşmak isteyen araştırmacılar için güvenilir bir merci haline getirmiştir.
Günümüzün Müslüman tarihçi ve düşünürleri arasında, eserlerinde doğrudan nakil metodunu uygulayanlardan biri, Suriyeli siyasî düşünür ve tarihçi Dr. Mustafa b. Hüsnî es-Sıbâî’dir (1333-1384 h / 1915-1964 m). Sıbâî, İslam tarihi alanında kaleme aldığı eserlerinde eski kaynaklardan nakil yapmış ve bu kaynaklara bazı yorum ve analizler eklemiştir.
Günümüzün tarihçileri arasında, Mısırlı İslâm tarihçisi Dr. Mahmûd Muhammed Şâkir (1327-1418 H/1909-1997 M) de bu metodu uygulayanlardan biridir. Kaleme aldığı eserlerde geleneksel İslâmî kaynaklardan istifade eden Dr. Şakir, bu kaynaklardaki malumatları olduğu gibi muhafaza etmiş ve tarihî bağlamlarını büyük ölçüde değiştirmeden aktarmıştır. Hintli düşünür ve tarihçi Dr. Muhammed Hamidullah’ın (1326-1423H/1908-2002M) İslâm tarihi alanında kaleme aldığı eserlerine baktığımızda o da bu metodu benimsemiş, bununla birlikte çoğu zaman kendi analizlerini de eklemiştir. Örneğin “Hz. Peygamber ve Raşid Halifeler Döneminde Siyasî Vesikalar” adlı eserinde ulaşabildiği dönemin siyasî mesaj ve vesikaları toplarken bu metodu uygulamıştır.
Batı dünyasında ise harfiyen/doğrudan nakil metodu, bazen “Metin Eleştirisi / Textual Criticism” bazen de bazı bağlamlarda “Metin Düzenlemesi / Textual Editing” olarak bilinir. Bu metod, eski metinleri toplamak esasına dayansa da genellikle eleştirel notlarla birleştirilir. Dolayısıyla bu çalışmalar, tam anlamıyla harfiyen bir nakil olarak değerlendirilmez. Batılı tarihçilere örnek olarak Benedict Anderson’un (1936-2015) “Hayalî Topluluklar / Imagined Communities” adlı ünlü eserini gösterebiliriz. Anderson bu eserinde bazı edebiyat ve medya metinleri de dahil olmak üzere çeşitli tarihi kaynakları neredeyse harfiyen naklederken, bazı metinlerin derinlemesine analizini ve eleştirisini yapmıştır.
Gerçekten de Dr. Ali Muhammed as-Sallâbî’nin kaynak ve mercileri ele alma ve eserlerini yazma metodu, bahsettiğim gibidir. Dr. Ali as-Sallâbî, nakledilen metinlerde değişiklik yapma konusunda son derece dikkatli olup, kitaplarında fikirleri analiz etme veya eleştirme noktasında çok fazla yorum yapmaktan kaçınır. Bunun yerine, geniş bir yelpazeye sahip olan kaynak ve mercilere ilmî yaklaşımlarla ele almayı benimser ve müfessir ve araştırmacıların yazılarından uygun gördüğü veya ikna olduğu yorumları iktibas eder. Ayrıca, her fırsatta yazılarına Kur’ân naslarını dahil eder. Zira o, insanlık kıssasını, tarihini, geçmişini, bugününü ve geleceğini anlatırken Kur’ân’ın en güvenilir, bütün kaynakların esas kaynağı ve en doğrusu olarak görür. Bu yüzden Dr. Ali as-Sallâbî şöyle der: “İslâm tarihini yazan bir kimsenin tarihî hakikatlere ulaşabilmesi için şer’i bir altyapıya sahip olması gerekir.”
Yedincisi: Araştırmalarım sırasında, Dr. Ali as-Sallâbî’ye atfedilen, ancak kendisine danışılmadan yayımlanan bazı makalelere ve gönderilere rastladım. Bunların bir kısmı sahte olup doğru olmayan bilgiler içeriyor. Bazen de Dr. Ali as-Sallâbî’nin eserlerinden, makalelerinden ya da video kayıtlarından alınan bilgi, görüş ve metinlerin sosyal medyada eksik veya çarpıtılmış bir şekilde paylaşıldığını görüyoruz. Bu durum genellikle kişisel veya siyasî amaçlarla ve özellikle Libya’daki krizle bağlantılı olarak ortaya çıkmaktadır.
Sekizincisi: İslâm dünyasında birçok ilim adamı, öğrenci ve üniversite talebesi, Dr. Ali Muhammed as-Sallâbî’nin eser ve programlarıyla yetişmiş, yaptıkları araştırma, tez, ders ve konferanslarında onun bu eserlerinden faydalanmış ve onun metodu, ilgi alanı ve eğilimleri üzerinde çalışmalar yapmışlardır. Günümüzde, onun eserlerinin en çok basılan ve dağıtılan yazarlar arasında yer aldığı konusunda hemen hemen herkes hemfikirdir. “es-Sîretü’n-Nebevîyye / Siyer-i Nebi” adlı eseri, Resûl-i ekrem’in (s.a.v.) hayatını ve davetini inceleyen en çok bilinen çalışmalardan biridir. Ayrıca, “Hz. İsa b. Meryem (a.s.)” adlı kitabı, Fransızca, İngilizce, İspanyolca, İtalyanca, Rusça ve Almanca gibi başlıca dünya dillerine çevrilmiş ve hem Müslümanlar hem de gayrimüslimler tarafından ondan istifade edilmiştir.
Dokuzuncusu: Dr. Ali Muhammed as-Sallâbî’nin yazı ve çalışmalarında, şöhret peşinde koşmak ya da maddî kazanç elde etmek gibi bir amaca işaret eden hiçbir şey bulamadım. Kendisine defalarca teklif edilmesine rağmen, eserleri için hiçbir zaman herhangi bir yerden ya da yayınevinden maddî bir karşılık kabul etmemiştir. Aksine, kitaplarının basılması, yayımlanması ve tercüme edilmesi için izin vermiş ve bu nedenle eserleri, dünya çapında yirmiden fazla dile çevrilmiş ve binlerce nüsha basılmıştır. Dr. Ali as-Sallâbî’yi her zaman motive eden şey, Allah’ın rızasını kazanma ve O’nun katındaki mükafata nail olma arzusudur. Sürekli tekrarladığı hedefleri; İslâm dinine hizmet etmek, batıl ve sapkın fikirlerle mücadele etmek, ümmetin enerjisini bu mücadeleye yönlendirmek ve şu anki nesil ve gelecek nesiller için İslâm tarihi alanında kapsamlı bir kütüphane sağlamaktır.
Onuncusu: Kemal sıfatı sadece Allah’a mahsustur ve kullardan hiç kimse hatadan beri değildir. İnsan ürünü olan her çalışma kusurludur ve eksiklikler taşır. Öyleyse kusurlarla malul olan insan ürünü çalışmalar eleştirilmeye ve analiz edilmeye açıktır. Bu sebeple, Dr. Ali Muhammed as-Sallâbî’nin tarih, akide, Kur’ân tefsiri ve İslâmî siyaset düşüncesi ile ilgili seksenden fazla eseri de bu gerçeklikten muaf değildir. Çünkü onun eserlerinde de bazı eksiklik ve kusurlar olabilir. Bu çalışmalarda bazen konudan sapma, ana fikirden uzaklaşma ve alıntıların tırnak içine alınması gerekmesi gibi durumlar söz konusu olabilir. Ayrıca dil hataları veya ilk taslaklarda zayıf görünebilecek ifadeler yer alabilir. Ancak buna rağmen, Dr. Ali as-Sallâbî, Kur’ân tefsiri ve İslâm tarihi alanlarında yazarken geleneksel İslâmî metodu modern akademik üslupla ustaca birleştirme yeteneği sergilemektedir. Bir davetçi ve yazar olarak, işinde çaba sarf etmekte, uzmanlara danışmakta, yapıcı eleştirileri memnuniyetle kabul etmekte ve herhangi bir hata tespit edildiğinde en kısa sürede düzeltmeye çalışmaktadır.
On birincisi: Bu anlattıklarım, Allah rızası için ve tarihe karşı şahitliktir ve derin kişisel bir tecrübeden kaynaklanmaktadır. Dr. Ali as-Sallâbî ile geçirdiğim süre zarfında çok şey öğrendim. Bu şahitliği, Kur’ân ehli, fikir adamları ve ilim talebelerine yardım ve destek amacıyla, samimi bir niyetle arz ediyorum.
Son olarak, ümmetin alimlerinin, araştırmacılarının, akademisyenlerinin, evlatlarının ve öğrencilerinin adaletli, insaflı, hüsnü zanlı olmaları, hakkı söyleme erdemine sahip olmaları gerektiğine inanıyorum. Ayrıca, yargılarında, sözlerinde ve davranışlarında Allah’ın gözetiminde olduklarını hissetmeleri gerektiğini de unutmamalılar. Çünkü herkes Allah’ın huzuruna tek başına çıkacak ve hesap verecektir. Yüce Allah adaleti, ihsanı, bir iş yaparken dürüstçe yapmayı ve nazikçe ve dürüstçe öğütte bulunmayı emretmektedir. Şüphesiz ki faydalı ilim, Yüce Allah’ın büyük bir lütfudur. Yüce Allah şöyle buyurur: “Melekler: Yâ Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz alîm ve hakîm olan ancak sensin, dediler.” (Bakara 2/32).
Allah’ım, bilmediğimizi bize öğret, unuttuğumuzu bize hatırlat, göklerin ve yerin bereketlerinden bize kapılar aç, bizi affet ve bize merhamet et. Şüphesiz Sen her şeyi hakkıyla duyan ve gizli açık her şeyi bilensin.
Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.